Peygamberimizin Yetimlere Şefkati

Doğumundan evvel babasının vefatı sebebiyle dünyaya yetim olarak gelen Sevgili Peygamberimiz (sav), annesiyle birlikte geçirdiği kısacık zaman diliminde, dul bir annenin yetim yavrusuna nasıl şefkat ve merhametle baktığını, annesinin gözlerinde görmüş ve hissetmişti şüphesiz…

Âlemlerin Rabbi, altı yaşında anneden de öksüz kalan Peygamberine sahip çıktı. O’nu korudu, sevdi ve sevdirdi… Dolayısıyla, Mevlâmızın lûtfettiği bu sevgi hâlesinin içinde, hayatının sonraki yıllarında Sevgili Peygamberimizin yetimlik ve öksüzlüğü pek hissetmediği de düşünülebilir. Ancak nazil olan ilk ayetlerde “Peygamberimizin de bir yetim olduğunun belirtilmesi ve yetimlere nasıl davranılması” hususunda vurguların bulunması anlamlıydı:

“Rabbin seni bir yetim olarak bulup da barındırmadı mı?” (Duhâ, 6) Ayetler, “O’nun da bir yetim olduğunu” hatırlatıyor ve “Yetimleri sakın ezme” diye devam ediyordu.

Mekke’de nâzil olan bu ayetler, aslında toplumsal bir yaraya neşter vurmak içindi. Çünkü cahiliye döneminin geleneksel anlayışında yetimlerin vâris olma hakları bulunmuyor, veli veya vasi konumunda olanlar, diledikleri şekilde yetim kız ve erkeklerin mallarında tasarrufta bulunabiliyorlardı.

Bizatihi şahsında yetimlik psikolojisini yaşayan Sevgili Peygamberimizin (sav) içinde yaşadığı toplumda şahit olduğu yetimlere yönelik birtakım haksız uygulamalar, indirilen ayetlerle birer birer ortadan kaldırılıyor, O’nun çağları aşan mesajlarıyla, yetimler o günden itibaren farklı bir itibar kazanıyorlardı.

Resûl-i Kibriyâ (sav) Efendimiz, indirilen ayetleri ümmetine ve insanlığa tebliğ etmesinin yanında, hayatında sergilediği etkileyici örneklerle yetimlere sahip çıkılması hususunda da önemli mesajlar veriyordu. Bir taraftan, “Haksızlıkla yetim malı yiyenler ancak karınlarına ateş doldurmuş olurlar” (En’âm, 152) ayetini tebliğ ediyor, bir taraftan da şöyle buyuruyordu:

−Müslümanların evleri arasında en iyisi, içinde yetime iyi davranılan evdir. En kötüsü de yetime kötü davranılan evdir. Nebiyy-i Muhterem (sav) Efendimiz, Allah Teâlâ tarafından kendisine vahyedilen ayetleri toplumuna aktardıkça yetimler hakkındaki hassasiyet de her geçen gün artıyordu. Öyle bir duruma gelindi ki, insanlar evlerinde barındırdıkları yetimlerin mallarını ayrı tutuyor, hatta yetimin önünden artan yemeği bile yemekten kaçınıyorlardı. Yaşanan bu fedakârlık örneğinden sonra indirilen ayetler, “Şayet ev sahibi zengin ise yetimin malından yememesini, fakir ise meşru ve makul ölçülerde istifade edebileceğini” (Nisa, 6) bildiriyordu.

Böylece insanlar, Sevgili Peygamberimizin de yönlendirmeleriyle yetimlerin mallarını en güzel şekilde değerlendiriyor, ticaret yaparak kazançlarının artmasına vesile oluyor, evlilik çağına gelen yetimlerin yuva kurmalarına yardımcı oluyorlardı. Bütün bu değişimin temelinde ise yetimlerin hakkını ümmetine ısrarla hatırlatan, uyaran ve müjdeleyen Yüce Resûl’ün söz ve davranışları yatıyordu.

Konuyla ilgili olarak Sevgili Peygamberimizin hayatından birkaç olay aktarmak istiyoruz.

Resûl-i Ekrem (sav) Efendimiz Medine’de Mescid-i Nebevî’nin inşa edileceği arsayı belirlerken, buranın Es’ad b. Zürâre’nin himayesinde bulunan Sehl ve Süheyl adlı iki yetime ait olduğunu öğrendi. Bu iki yetim, arsayı mescid için hibe etmek istemişlerse de Rahmet Peygamberi (sav) kabul etmemiş ve arsanın bedelini yetimlere ödemiştir.

O’nun bu davranışından, mescid gibi manevi bir iş için dahi yetimin hakkının zayi edilmemesinin icab ettiği anlaşılmaktadır. Yetimlerle ilgili olarak Resûl-i Ekrem (sav) Efendimizin hayatında öylesine bol, öylesine etkileyici örnekler vardır ki, müstakil olarak konuyla ilgili bir kitap yazılması bile mümkündür. Maksadımız, O Yüce Resûl’ün kendi asrında yaşadığı olayların bizim çağımıza da ışık tutmasını, günümüz insanına da mesaj vermesini sağlamak olduğundan, konuyu birkaç örnek daha anlatarak tamamlamak istiyorum.

Sevgili Peygamberimiz yetimlerle alâkadar olunması hususunda şu tavsiyeleriyle aynı zamanda müjde de veriyordu: −Kim Allah rızası için bir yetim başını okşarsa, elinin dokunduğu saç teli sayısınca ona sevap yazılır. Kim yanında bulunan −erkek veya kız− yetim çocuğa iyilikle muamele ederse ben ve o cennette yan yana bulunacağız.

Bu tavsiyelerin ardından bir çocukluk hatırası olarak Beşir isimli sahâbînin anlattıklarını dinleyelim:

Babası Uhud savaşında şehit olan Beşir bin Akrebe, üzüntüyle ağlayıp sızlanmaktadır. Resûl-i Ekrem (sav) kendisini ziyarete gelir. Bağrına basar, öper ve başını okşayarak şöyle der: −Ağlama yavrum. İster misin, bundan böyle ben senin baban olayım. Aişe de annen olsun, istemez misin?.. Beşir bin Akrebe, bu teklifin kendisi için büyük bir teselli olduğunu ve hemen “Evet, isterim.” diye karşılık verdiğini anlatır bizlere…

Şimdi aktaracağımız hadise de son derece anlamlıdır.
Mesid-i Nebevî’nin arsa sahipleri olan Sehl ve Süheyl kardeşleri himaye eden Es’ad b. Zürare vefat etmiş ve geride üç kız evlat bırakmıştı. Kim bilir? Hz.Es’ad (ra), Sehl ve Süheyl isimli yetimlere ne kadar özenle muamele etmişti ki, vefat ederken Kebşe, Habibe ve Fâria adlı kızlarını Sevgili Peygamberimizin himayesine bırakmak istediğini söyledi. Resûl-i Ekrem (sav) Efendimiz teklifi kabul buyurdu ve bu yetim kızların üçüyle de yuvalarını kuruncaya kadar eşleriyle birlikte ilgilendi. Burada yeri gelmişken, yetimlerle ilgilenme hususunda “müminlerin anneleri” olan Peygamberimizin eşlerinin, Efendimize yardımcı olduklarını ve özellikle Hz.Aişe’nin himayesinde birçok yetimin bulunduğunu da sözlerimize eklemeliyiz.

Sevgili Peygamberimiz (sav) yetimleri görüp gözetmeyi tavsiye edip bu konuda en güzel örnekleri de vermenin yanında, yetimlerle ilgilenme işinin de nezaket ve özenle yapılmasına, onlara yapılacak yardımlarda kişiliklerinin rencide edilmemesine de dikkat gösterilmesini arzu etmekteydi. Cabir b. Abdullah isimli sahâbînin yaşadığı bir hatıra bunun en güzel örneğidir.

Peygamberimizle birlikte çıktıkları bir sefer esnasında Cabir’in maddi sıkıntı içinde olduğunu gören Sevgili Peygamberimiz (sav) ondan devesini kendisine satmasını ister. Cabir bu teklifi memnuniyetle kabul eder. Medine’ye döndüklerinde Rahmet Peygamberi (sav) Cabir’in parasını ödedikten sonra deveyi ona tekrar hediye olarak verir.

Görüldüğü üzere Resûl-i Ekrem (sav) Efendimiz, kız kardeşleriyle birlikte yetim kalmış olan Cabir’e, böylesi bir alış-veriş senaryosu ile kırmadan ve incitmeden para yardımında bulunmuştur.

Sevgili Peygamberimizin (sav) yetim çocukların bir iş sahibi olmasını da önemsediğini ve desteklediğini görmekteyiz. Babasının Mûte savaşında şehit olması sebebiyle yetim kalan Abdullah b. Cafer, yanındaki birkaç arkadaşıyla beraber pazarda satış yapmakta iken Sevgili Peygamberimiz onun tezgahının başına gelerek ellerini açmış ve şöyle dua etmişti:
−Allah’ım! Onun ticaretini bereketli kıl…


Nebiyy-i Ekrem (sav) Efendimizin böylesine ilgilendiği, böylesine değer verdiği yetimlere ve onların dul annelerine kendisinden sonra gelen halifeleri de sahip çıkmıştır. Denebilir ki, yetimler İslâm dünyasında hep korunagelmiş, hep gözetilerek hakları muhafaza edilmiştir. İslâm Medeniyeti sayısız “Dârü’l-Eytâm” denilen yetimlerin barındırıldığı müesseselere sahip olmuştur asırlarca…

Günümüzde, gittikçe şahsileşen, bireyselliğin ön plana çıkarıldığı hayat tarzıyla yetişen insanların, Sevgili Peygamberimizin (sav) yetimlerle ilgili sözlerine iyi kulak vermesi gerekiyor.

Peygamberimizin yanına gelerek son zamanlarda kalbinde bir katılaşma hissettiğini ve bunun çaresinin ne olabileceğini soran bir kişiye “yetimlerin başını okşa” diye tavsiyede bulunan Sevgili Peygamberimiz (sav) aslında kalbinin katılaştığının farkında bile olmayan bizlere de sesleniyordu çağlar ötesinden…

Evet, yetimlerin başını okşar, teselli dolu sözler söylersek; tahsilleri için imkanlarımızı seferber edersek, imkânımız yoksa bile, bu yolda gayret ve çaba gösteren çeşitli dernek ve kuruluşlara yardımcı ve destek olursak, Sevgili Peygamberimizin “Cennette beraber oluruz” müjdesine nail olanlardan biri de biz oluruz elbette… Sağlıcakla kalınız efendim. 

Prof. Dr. Mehmet Emin AY 
Bursa Mutlu Yuva Derneği Başkanı