Bursa Mutlu Yuva Derneği Yönetim Kurulu
Batı dillerinde, Fransızca dahil iki kelimenin kavramsal karşılığını tam veren kelimeler yok. Bu iki kelime ‘şefkat ve yetim’ kelimeleridir. Bizim aklımıza gelen şefkat ve yetim kavramlarının batı dillerinde evrensel karşılığının olmaması bu asil duyguları tanımamaları ile ilgilidir.
Ancak biyolojik bilimlerdeki gelişmeler, doğu değerlerinin batıya psikoloji kılığında girmeye başladığını gösteriyor.1996 yılında Harvard’da 87 öğrenci üzerinde yapılan bir araştırma yayınlandı. Çocukluk dönemlerinde anne babalarını merhametli ve adaletli algılayan gençler, 35 yıl sonra incelendiklerinde daha mutlu ve daha sağlıkla bulunmuşlardı.
Yapılan duygu araştırmalarında organları testere ile kesilen acı çeken insan görüntüleri batılı bireylerde iğrenme duygusu uyandırırken Budist rahiplerde merhamet duygusu uyandırıyordu. Merhamet duygusundan farklı olarak şefkat duygusunda başkasının iyiliğini isteme arzusu vardır.
Bu duygudan mahrum olarak büyütülen çocuklarda ne oluyor? Çocuk yuvalarında yetim çocukların çok iyi bakıldıkları halde sık hasta oldukları, gelişmedikleri ve ani öldükleri biliniyor. Bu hastalığa bilimsel terminolojide ’hospitalizasyon hastalığı’ deniliyor. Muhtemelen, fiziksel olarak çok iyi bakıldıkları halde sık sık bakıcı değiştirdikleri için bu çocukların sevgisiz kaldıkları, gösterilen sevginin de fedakarlık, karşılıksızlık ve iyiliği isteme arzusunu fazla içermediği için yeterli güveni oluşturmadığı anlaşılıyor.
Şefkatli ortamlarda olmayan kişiler kendilerini yalnız hissederler. Ümit duyguları gelişemez. Büyüme ile ilgili hormon ve enzim üretimi için kişinin kendini güvende hissetmesi gerekir. Kendisini güvende hissetmeyen kişilerin beyinleri stres ve savunma ile ilgili hormon ve enzimleri üretir. Uzun süreli bu kimyasalların salgılanması ‘Growth Hormone’ yani büyüme hormonu üretimini baskılar ve çocukların gelişmeleri yavaşlar. Ani ölümler ortaya çıkar.
Doğu geleneğinde şefkat vurgusunun çok yapılması batı geleneğinde bir boşluk oluşması iki geleneğin bilimsel işbirliğine ihtiyaç hissettirmektedir.
Çocukluk depresyonlarının artması ve ani ölümlere neden olan şefkat yoksunluğu yetimin ruh durumunu anlamamızı sağlamalı. Yetimlere sevgi dolu bir bakış, tebessüm, birkaç güzel söz ve başını okşamak sevginin dışa vurumu olarak yaşamsal önemi olan davranışlardır. Aynı zamanda şefkat davranışı vereni de iyi hissettirir. Aşkın bir gönül rahatlığı, başkasını iyi hissettirme, iyilik yapan insanda da mutluluk ile ilgili hormon ve enzimleri salgılattığı düşünülür. Çift yönlü yararı olan yetime şefkat etmenin meditatif bir eylem olduğunu bile söyleyebiliriz.
İnsan hangi yaşta olursa olsun, sevdiği birinin kaybından büyük bir acı duyar. Anne babanın vefatı hepimiz için katlanılması zor bir olaydır. Açıktır ki, bu acıyı küçük yaşta yaşayan kişinin bununla başa çıkması daha zor olacaktır. Çocuklarda anne babanın kaybı, farklı yaş dönemlerinde farklı algılanır ve dolayısıyla başka başka sonuçlar yaratır.
Çocuk için sevdiği birinin kaybı psikolojik bir yaralanmadır, travmadır.İnsan hayatında böyle kaçınılmaz durumlar yaşanır. Hem anneyi hem babayı kaybetmek ise apayrı ve çok büyük bir yıkım yaratabilir. Bu durumda ailenin yakınlarına, varsa büyükanne ve büyükbabalara çok önemli ve zor bir görev düşer. Ancak burada özellikle irdelenecek konu; eşini kaybeden bir anne ya da babanın çocuğuna nasıl yaklaşması, bu durumu ona nasıl izah etmesi ve çocuğun yaralarını nasıl sarması gerektiği olacaktır.
Farklı yaş dönemlerine göre farklı algılamalara sahip olan çocuk, ilk dört- beş yıl içinde daha çok anneye bağlı olduğu için babanın kaybını çok yoğun olarak hissetmeyebilir. Yine de evin içinde varlığına alıştığı, birlikte vakit geçirdiği, henüz tam bir kavram olarak zihnine yerleşmese bile “baba” dediği bir insanı kaybetmek çocuğu ister istemez üzer. İlkokul dönemine giren bir çocuk ise babasının, sevdiği ve güvendiği bir kişinin kaybını daha ağır bir biçimde yaşar ve daha çok acı duyar. Annenin kaybıysa çocukluk döneminin her aşamasında çocuğu derinden sarsar ve yaralar.
Eşini kaybeden bir anne ya da baba elbette ki büyük bir acı yaşayacak, acısına ilaveten hem annelik hem de babalık vazifesini üstlenecektir. Bu, taşınması zor bir sorumluluktur ve önemli bir kişilik organizasyonu gerektirir. Böyle bir olay yaşandıysa çocuk mutlaka acı çeker, üzülür, sarsılır. Ancak bu olaydan kişilik gelişimi açısından ileriye yönelik büyük bir hayat tecrübesi de çıkarabilir.
Anne babalara, her zaman kaldırabilecekleri gerçekleri çocuklarından gizlememelerini tavsiye ediyoruz. Elbette ki ölümü, üstelik de bir çocuk olarak kaldırmak zordur. İşte bu noktada geride kalan eşe büyük bir rol düşüyor. Ölümü, çocuğun anlayabileceği bir dille anlatmalı, ona kabul edebileceği bir “ ölüm ” kavramı vermelidir.
Eşini kaybeden bir anne bu durumu çocuğuna nasıl açıkladığını şu şekilde aktarmıştı: “ Eşimi kaybedince bir süre bunu oğluma nasıl anlatacağımı bilemedim. Sonra bir çıkış yolu buldum ve ‘Oğlum bak, baban uzun bir yolculuğa çıktı. O dönmeyecek ama biz ileride onunla buluşacağız.’ dedim. Ondan sonra çocuk, ‘Babam nerede?’ diye sormadı ve rahatladı.”
Çocuğun duygu dünyasında “Babam öldü, bitti” imajının olması çocuğu psikolojik olarak yaralar. “Hayat bu, insan doğar, yaşar, ölür. Hepimiz bir gün ölüp gideceğiz” düşüncesi çocuğun ruhunu zedeler. Çocuğa yukarıda aktardığımız annenin ifade ettiği gibi bir ölüm kavramı vermek gerekir.
Bu gerçekle ilk kez karşılaşacak olan çocuk açısından, durumu anlatacak kişinin davranışı da çok önemlidir. Anlatan kişi sakin olduğu zaman, çocuk bunun sakin karşılanması gerektiğini anlar ve onu model olarak kabul eder. Dolayısıyla anlatış tarzının önemli olduğunu bilmek ve bunu uygulayabilmek çocuğun ölümü sükunetle karşılamasına yardımcı olur.
Sevgi aynı su gibi, ekmek gibi bir gıdadır, psikolojik bir ihtiyaçtır. Çocuk için en önemli ihtiyaç sevgi ve kendisini güvende hissetme duygusudur. Anne ya da babasını kaybeden bir çocuğun bu ihtiyaçlarını özenle karşılamak gerekir. Çocuk çok yakını olan birisinin kaybını “Artık eskisi kadar sevilmeyeceğim, artık tehlikelerle yüz yüzeyim” şeklinde algılamamalıdır. Çocuğun sevgi ve güven ihtiyacı mutlak surette karşılanmalıdır.
Çocuğun sevgi ve güven ihtiyacını karşılarken yine de bazı sınırlara dikkat etmek gerekir. Çocuk çok büyük acılar yaşamış olabilir; buna rağmen iyi ve doğru ahlaki normlar verme, iyi insan özellikleri verme kaygısıyla büyütülmeli, disiplin konusu ileri bir tarihe ertelenmemelidir. İyi-kötü, doğru-yanlış kavramları çocuğun zihninde nasıl yerleşirse öyle devam eder. Bu nedenle çocuk bir yandan sevgi ve şefkatle doyurulurken, diğer yandan da iyi bir insanın taşıması gereken özellikler hafızasına nakşolunmalıdır.
Bir çocuğa hem annelik hem de babalık yapmak, hayatın yükünü tek başına sırtlamak zordur. Anne ya da baba bu sorunların ağırlığı altında geleceğe dönük kaygılar taşıyıp kendisini gergin ve mutsuz hissedebilir. Kaygılı ve gergin olan bir kişi ise çocuğuyla sağlıklı bir duygusal alışveriş kuramaz. Çocuk bunu fark eder ve artık sevilmediğini düşünüp kendini güvensizlik içinde hisseder. Burada yine kaliteli beraberlik ihtiyacı ortaya çıkıyor. Hayatın yükü ne kadar ağır olursa olsun çocukla ilgilenirken bütün sorunları alıp rafa koymak, çocukla sadece ve sadece onu düşünerek birlikte olmak gerekir. Nitelikli ve sürekli bir duygu alışverişi çocuğun bu dönemi atlamasına yardımcı olacaktır.
Çocuk kişilik özelliklerinin bir kısmını anneden, bir kısmını babadan alır. Kişilik % 30-40 oranında genlerden gelir; % 60-70 oranında da model alarak öğrenme biçimde gelişir. Bilindiği gibi erkek çocuklar için baba, kız çocuklar için anne önemli bir rol modelidir. Çocuğun rol modelinin kaybı cinsel kimlik açısından önemlidir. Baba modelini kaybeden çocuk, anneyi rol modeli kabul eder ve cinsel kimliğini oturtmakta zorluk çeker. Rol modelini kaybeden çocuk, onun yerine koyacağı birine; erkekse dayı ya da amca, kızsa teyze ya da hala gibi model olabilecek bir yakının varlığına ihtiyaç duyar. Böyle durumlarda, mutlaka baba olsun diye evlenen anneler oluyor. Böyle bir evliliğin ne getirip ne götüreceği konusunda iyi bir analiz yapmak gerekir. Yeterince üzerinde düşünmeden evlenme kararı almak doğru değildir. Onun yerine çocuğun cinsel kimlik gelişiminin önemli olduğunu bilip bu konuda bilinçli davranmak ve mümkün olduğunca yakınlardan destek almak daha doğrudur.
Çocukluk dönemlerinde anne babanın kaybından ötürü sevgi yoksunluğu ile değer verilmeden büyümüş bazı insanlar, baba olduklarında şöyle bir davranış geliştiriyorlar: “ Ben ölürsem çocuğum ayakta kalabilsin ” diye, çocuklarına katı ve ilgisiz davranıyorlar ve çocuk babası varken onun sevgi ve ilgisinden mahrum, yetim gibi büyüyor. Bazıları da “ Ben çektim, o çekmesin ” diyerek, ya çocuğa aşırı bir himayecilikle yaklaşıp çocuğun özgüveninin yetersiz gelişmesine sebep oluyorlar ya da aşırı ilgili davranıp çocuğu evin küçük hükümdarı haline getiriyorlar. Burada vurgulamak istediğimiz nokta şu: Çocuğun küçük yaşta anne ya da babasını yitirmesi ve bu dönemi olması gerektiği şekilde atlatamaması kendi çocuklarına yönelik tavrına dahi olumsuz yansıyabiliyor.
Bir çocuğun anne babasını kaybetmesi zordur, hatta böylesine uzun vadeli sonuçlara yol açabilir. Yetimlerle yaşamak zorunda olan kişilerin en güçlü aracı, en etkili silahı, en sağlam sığınağı, en temel ihtiyacı şefkat ve disiplin dengesini kurmayı başarmalarıdır. Yine de tavsiyemiz her zaman olduğu gibi, sorun odaklı değil çözüm odaklı düşünmek ve her halükarda çözüm yönünde çaba sarf etmektir. İnsanın hayatını en kötü etkileyen kelime “keşke”dir. Başımıza gelen kaçınılmaz olayları kabul etmek, çözüm yönünde atılacak ilk adımdır. “Herkesin bir sınavı var. Benim bunu yaşamam gerekiyormuş ve yaşıyorum. Bundan sonra arkama dönüp bakmayacağım” diyen kişi, hem çözüme doğru bir adım atmış olur hem de bu davranışıyla kendisinin her halini gözleyen ve hafızasına kaydeden çocuğuna iyi bir model olur. Hayatımızdaki zor dönemlerin, sıkıntıların kişiliğimizin gelişimi açısından önem taşıdığını unutmamalıyız. Önemli olan bu dönemlerden doğru tecrübeler kazanarak çıkabilmektir.
Özetle yetim sevgisi bizim inanç sistemimizde çok yüceltilmiş bir sevgidir. Yüce Peygamberimiz yetime yardım edene ebedi hayatta iki parmak gibi yakın olacağı müjdesini veriyor.
Yetimin içinde sevgi olan bakımını profesyonelce yapmalıyız. Şefkat ve merhamet acımak değildir. Acıma duygusunun içinde çocuğun ruh halini anlama yoktur, yardım çabası yoktur. Çünkü acıma bencillik içeren bir duygudur kişiyi acı gerçeklerden uzaklaştırır. Şefkat ve merhamet ise içinde paylaşmanın ve yardım kaygısının olduğu bir duygudur ve kişinin kendini iyi hissetmesine neden olur.
“Alan kazanmaz veren kazanır” diyen atalarımız çok haklılar. Çünkü şefkat beyinde mutluluk hormonu salgılatır, acıma beyinde stres hormonu salgılatır. Hem dünyada hem ukbada kazanan olmak bu demek ki.
Mutlu Yuva Mutlu Yaşam gönüllülerini kutlarım. Rabbim niyetlerini ve gayretlerini makbul eylesin.
Bursa Mutlu Yuva Derneği Yönetim Kurulu